Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın pazartesi günü açıkladığı verilere göre, haziran ayında merkezi yönetim bütçesi 219,6 milyar TL ile rekor bir açık verdi. Bu açığın ekonomiyi nasıl etkileyeceği ise piyasaların en önemli tartışma konularından biri oldu.
Merkezi yönetim bütçesi, Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre 2023 yılının Haziran ayında tarihi bir açık kaydetti. Buna göre, mayıs ayında 118,9 milyar TL fazla veren bütçe dengesi, haziranda 219,6 milyar TL açık kaydetti. 2022 yılının Haziran ayında 31 milyar 59 milyon TL olarak kaydedilen bütçe açığı ise 2023 yılı Haziran ayında yüzde 607,2 artışla 219 milyar 637 milyon TL oldu.
Bütçe dengesi ve bütçe açığı ne anlama geliyor?
Mahfi Eğilmez’in tanımına göre bütçe, belirli bir dönem için elde edilecek gelirlerle yapılması planlanan giderleri gösteren bir tahmin cetvelidir.
Bu tanıma göre bütçeden söz edilebilmesi için ise üç şart vardır; birinci olarak belirli bir dönem ele alınmalı, ikinci olarak elde edilecek gelirlerle ilgili bir tahmin yapılmalı, üçüncü ve son olarak ise yapılması planlanan giderlerle alakalı bir tahmin yapılmalıdır.
Bütçe dengesi ise bütçe gelirlerinden bütçe giderlerinin çıkarılmasıyla hesaplanır. Bütçe gelirleri, vergi gelirleri (vergiler, resimler ve harçlar) ve diğer gelirler (özelleştirme gelirleri, trafik ve para cezaları, bedelli askerlik gelirleri vb.) olarak iki kaleme ayrılırken; bütçe giderleri ise faiz dışı giderler (kamu personel, bina, araç giderleri ile öğrenci ve emekli aylıkları vb.) ve faiz giderleri olarak ikiye ayrılır.
Şayet bütçe giderleri bütçe gelirlerinden fazla ise ülkemizde dahil çoğu ekonomide görüldüğü gibi bütçe açığı yaşanır.
Bütçe dengesinde açık verildiğinde ise bu durumla başa çıkabilmek için belirli yöntemler bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, yeni vergiler koyarak ve vergi oranlarını artırarak bütçe gelirlerini artırmak; ikincisi, bütçe giderlerini azaltmak; üçüncüsü, para basmak; dördüncüsü ise borçlanmaktır.
Ancak, bu dört yöntemin amacı ortak olsa da, yarattıkları etki farklı olabilmektedir. Söz gelimi, ilk iki yöntem siyasal iktidar hakkında tepkilere neden olabilecekken, üçüncü yöntem olan para basma genelde enflasyon yaratır; dördüncü yöntem ise piyasadan para çekilmesine yol açtığı için enflasyonu düşürse de ileriye yönelik borcu artıracaktır.
İki borçlu ülke: Türkiye ve ABD
Türkiye’de bütçe dengesinde açık yaşanan bu günlerde giderlerin artması ve gelirlerin de düşmesi sebebiyle gider ve gelirler arasındaki makası kapatmak için çeşitli çözümler aranıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in göreve geldikten sonra yinelediği tasarruf çağrıları da bu kapsamda atılan adımlar olarak görülüyor.
Elbette, harcamaların çok arttığı bir ortamda tasarruf düşüncesi, bir numaralı çözüm yöntemi olarak akıllara geliyor. Ancak bunun yanında geçtiğimiz günlerde geniş bir yelpazedeki mallara getirilen ÖTV zammı, yurt dışına çıkış puluna ve pasaportlar harçlarına gelen zamlar gibi diğer artışlar, bu bağlamda atılmış diğer adımlar olarak göze çarpıyor.
ABD ekonomisine baktığımızda ise her sene bütçenin gelirleri üzerine çıkan harcamaları finanse edebilmek ve halihazırdaki ödemelerde temerrüde düşmemek adına borçlanma yoluna gidildiği; fakat bunun bir tavan uygulaması ile sınırlandırıldığı görülüyor.
Hatırlanacağı üzere bu sene ABD ekonomisinin haziran ayının başında, borçlanma tavanını aşması ve 2011 yılından bu yana en ciddi temerrüt tehlikesini yaşamasının ardından uzun süren görüşmeler sonucu borç limitinin artırılmasına karar verilmiş; fakat buna karşılık 10 yılda 1,5 trilyon dolar tasarruf edilmesi konusunda anlaşılmıştı.
Peki iç ve dış borcu yüksek iki ülke olan ABD ve Türkiye ekonomilerinin mevcut durumundaki fark nereden kaynaklanıyor?
Bu konu hakkındaki en basit cevap, ABD’nin para birimi olan doların aynı zamanda küresel çapta rezerv para birimi olması.
Yani ABD borçlanırken de, bu borcu öderken de, kendi para birimi üzerinden bunları gerçekleştiriyor.
Öte yandan Türkiye’nin uluslararası piyasadaki gelir ve giderleri, yatırımları ve borçları ABD doları üzerinden yapıldığından dolayı, Türkiye kendi ekonomisini ve ekonomik problemlere çözümlerini kendisinden tamamen bağımsız olan ama ekonomisini direkt etkileyen ABD para politikasına göre değerlendirmek zorunda kalıyor.
İkinci fark ise ABD ve Türkiye’deki borçlanma yoluyla elde edilen kaynakların kullanım alanlarında ortaya çıkıyor.
Buna göre, ABD’de genellikle borç alınan miktarın yeniden üretime katılmasına yönelik planlamalar bulunurken, Türkiye’de bu planlamaların geçmiş dönemlerde pek etkili olmadığı görülüyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise yurt dışından getirilecek yeni yatırımlarda özellikle bu alana eğileceklerini belirterek, yurt dışından temin edilen kaynakların ihracat ve yatırıma kanalize edileceğini bildirdi.
Özellikle BAE’den gelecek yeni kaynakların bu alanda kullanılması ise Türkiye ekonomisinin yüksek borçluluğa rağmen önemli bir ekonomik atılım gerçekleştirmesini sağlayabilir.